© 2021 Urantia Society of Greater New York
132:0.1 GONOD, Hindistan’ın prenslerinden Roma yöneticisi olan Tiberius’a selamlar getirdiği için, Roma’ya olan varışlarının üçüncü gününde, iki Hintli ve İsa kendisinin huzuruna çıktı. Suratı asık imparator bu günde görülmemiş bir biçimde neşeli olup, üçlü ile uzunca bir süre sohbet etmişti. Ve, onlar kendisinin huzurundan ayrıldığında, imparator, İsa hakkında sağındaki duran yardımcısına şu yorumda bulunmuştu: “Eğer ben şu akranın hükümdarsı duruşuna ve şükran sahibi tutumuna sahip olsaydım, gerçek bir imparator olurdum, hı?”
132:0.2 Roma’da iken, Ganid, çalışmak ve şehrin etrafındaki ilgi çekici yerleri ziyaret etmek için düzenli saatlere sahipti. Babasının, yerine getirmek için birçok işi bulunmaktaydı ve, çok geniş ticari çıkarlarının idaresinde layık bir varis haline gelen bir biçimde büyümesini arzular bir şekilde, o, küçük çocuğu iş dünyasına tanıştırma vaktinin geldiğini düşürmüştü. Roma’da Hindistan’ın birçok vatandaşı bulunmaktaydı ve, Gonod’un kendi çalışanlarından bir tanesi o kadar sık bir biçimde kendisine tercüman olarak eşlik etmekteydi ki, tüm günler İsa’ya kalmaktaydı bu İsa’ya, iki milyon sakinden oluşan bu şehir ile bütünüyle tanışır hale gelmesi için zaman sağlamıştı. O sürekli olarak, siyasi, yasal ve iş yaşamının merkezi olan forumda bulunurdu. Sıklıkla Kapitolium’a kadar çıkıp, Jüpiter, Juno ve Minerva’ya adanmış olan bu muhteşem mabede bakarken, bu Romalılar’ın içinde tutulduğu bilgisizliğin esareti üzerinde düşünmüştü. O aynı zamanda zamanının büyük bir kısmını imparatorun malikânesinin, Apollo’nun mabedinin ve Yunan ve Latin kütüphanelerinin bulunduğu yer olan Palatine tepesi üzerinde harcamıştı.
132:0.3 Bu zaman zarfında, Roma İmparatorluğu, güney Avrupa, Küçük Asya, Suriye, Mısır ve kuzeybatı Afrika’nın tümünü içine almaktaydı ve, imparatorluğun sakinleri, Doğu Yarımküre’nin her ülkesinden olan vatandaşları bünyesinde barındırmaktaydı. İsa’nın; Urantia fanilerinden meydana gelen, bu dünyanın her bir tarafından katılan birliktelik üzerinde incelemede bulunması ve onlara karışması, onun bu seyahatte bulunmaya razı olmasının başlıca nedeniydi.
132:0.4 İsa, Roma’da bulunurken insanlar hakkında fazlaca şey öğrenmişti; ancak, bu şehirdeki altı aylık konukluğunun çok katmanlı deneyimlerinin tümü içinde en değerli olanı, imparatorluğun başkentindeki dini önderler ile olan iletişimi, ve onlar üzerindeki etkisiydi. Roma’daki ilk hafta sona ermeden önce, İsa, Kinikler’in, Stoacılar’ın ve, özellikle Mitraik topluluk olarak, gizem inanış sahiplerinin değerli önderleri ile tanışmalarda bulunmuş konumdaydı. Museviler’in İsa’nın görevini reddedecekleri oluşunun kendisi için bariz görünüp görünmemesinden bağımsız olarak, İsa oldukça kesin bir biçimde, ileticilerinin yakın bir zaman içinde cennetin krallığını duyurmak için Roma’ya geleceklerini öncesinden görmüştü; ve, o bu nedenle, olabilecek en muhteşem bir biçimde, iletilerinin daha iyi ve daha kesin bir algısı için zemin hazırlamaya koyulmuştu. O; önde gelen Stoacılar’dan beş bireyi, Kinikler’den on biri üyeyi ve gizim-inanış önderlerinden on sekiz kişiyi tercih etmiş olup, boş zamanının büyük bir kısmını neredeyse altı ay boyunca, bu dini öğretmenler ile olan yakın birliktelik içinde harcamıştı. Ve, şu, onun eğitim yöntemiydi: Bir kez bile olsun hatalarına saldırıda bulunmamış veya öğretileri içindeki kusurlardan bile bahsetmemişti. Her seferinde İsa onların öğretmiş oldukları şeydeki gerçekliği seçer, ve ondan sonra, bir sonraki aşamada, bu gerçekliği akıllarında öyle bir derecede derinleştirir ve aydınlatırdı ki, çok kısa bir süre içinde gerçekliğin bu gelişimi etkin bir biçimde onunla ilişkili olan hatayı saf dışı bırakırdı ve, böylece, İsa’nın-öğretimde-bulunduğu bu erkek ve kadınlar, öncül Hıristiyan din adamlarının öğretileri içerisinde, ilave ve benzer gerçekliklerin ileriki tanınışı için hazırlanmışlardı. Roma’da ve buradan tüm imparatorluğa olan Hıristiyanlık’ın hızlı yayılımı için güçlü etkiyi sağlayan şey, müjde duyurucuların sahip oldukları öğretilerinin bu öncül kabulü olmuştu.
132:0.5 Bu dikkate değer eylemin önemi, Roma’da İsa’nın-öğretimde-bulunduğu dini önderlerden oluşan bu topluluk içinde yalnızca ikisinin başarısız olduğu gerçeğini belirttiğimizde, daha iyi anlaşılabilir; otuzu, Roma’daki Hıristiyanlık’ın oluşumu içinde başat bireyler haline gelmişti; ve, onlardan bazıları aynı zamanda, en başta gelen Mitraik mabedini bu şehrin ilk Hıristiyan kilisesine dönüştürmede yardım etmişti. İnsan etkinliklerini geri plandan izleyen ve dönemin on dokuz ülkesinin ışığı altında görmüş olan bizler, Avrupa boyunca Hıristiyanlık’ın hızlı bir biçimde yayılımı için altyapıyı öncül bir biçimde hazırlamada hayati değerde önemli olan yalnızca üç etkeni tanımaktayız; ve, bunlar şunlardır:
132:0.6 1. Şimon Petrus’un bir havari olarak tercihi ve bu karara bağlılık[1].
132:0.7 2. Ölümü Tarsuslu Şaul’un kazanılmasına yol açmış olan Stefan ile Kudüs’de yapılmış konuşma[2].
132:0.8 3. Roma’da ve imparatorluğun bütününde yeni dinin ileriki önderliği için bu otuz Romalı’nın öncül olarak hazırlanışı.
132:0.9 Deneyimlerinin tamamı boyunca, ne Stefan ne de otuz seçilmiş kişi, sahip olduğu ismi dini öğretilerinin öznesi hale gelmiş kişi ile bir zamanlar konuşmuş bulunduklarının hiçbir zaman farkına varmadı. İlk otuz iki birey adına İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu çaba, tamamiyle kişisel nitelikteydi. Bu bireyler için verdiği emeklerde, Şamlı kâtip hiçbir zaman, bir seferde üçünden fazlasıyla buluşmamıştı o, nadiren ikiden fazla kişiyle buluşmuş, çoğu zaman onlara birer birer öğretilerde bulunmuştu. Ve, o, dini hazırlamanın bu büyük çabasını, bahse konu bu erkek ve kadınların geleneğin egemenliği altında bulunmaması sayesinde gerçekleştirebilmişti; onlar, gelecekteki tüm dini gelişmelere dair değişmez hale gelmiş bir önyargının kurbanları değillerdi.
132:0.10 Yakın zamanda gelmiş yıllarda birçok kez, Petrus, Pavlus ve Roma’daki diğer Hıristiyan öğretmenleri; kendilerinden önce gelmiş ve çok bariz bir biçimde (ancak onun şans eseri gerçekleştirdiğine inanarak) yeni müjdeyle gelişleri için zemin hazırlamış olan bu Şamlı kâtibi duymuşlardı. Her ne kadar Pavlus hiçbir zaman, Şamlı bu kâtibin kimliğini gerçek anlamıyla tahmin edememiş olsa da, ölümünden kısa bir süre önce o, kişisel tasvirlerin benzerliğinden dolayı, “Antakyalı çadırcının” aynı zamanda “Şamlı kâtip” olduğu sonucuna kesin bir biçimde varmıştı. Roma’da duyurusunu gerçekleştirirken bir seferinde Şimon Petrus, Şamlı kâtibe dair bir tasviri dinlerken, bu kişinin İsa olabileceğini aklına getirmişti; ama, o bu fikri hızlı bir biçimde, Üstün’ün Roma’da hiçbir zaman bulunmadığını (böyle düşündüğü biçimiyle) çok iyi bildiği için, aklından kovmuştu.
132:1.1 İsa, Stoacılar’ın önderi olan Angamon ile, Roma’daki konukluğunun başında tüm gece süren bir konuşmada bulunmuştu. Bu kişi ileride Pavlus’un çok iyi bir arkadaşı haline gelip, Roma’daki Hıristiyan kilisesinin güçlü destekleyicilerinden biri haline gelmişti. Özü itibariyle, ve çağdaş kavramlar içinde yeniden ifade edildiği haliyle, İsa Angamon’a şunu öğretmişti:
132:1.2 Gerçek değerlerin ortak ölçüsü, ruhaniyet dünyasında ve ebediyet mevcudiyetinin kutsal düzeylerinde aranmalıdır. Bir yükseliş fanisi için, tüm daha alt düzey ve maddi ortak ölçütler, geçici, kısmi ve düşük nitelikte tanınmak zorundadır. Bilim adamı, böyle bir duruma örnek olarak, maddi bilgilerin ilişkileminin keşfiyle sınırlıdır. Kuramsal olarak, o, maddiyatçı veya düşünselci oluşunu savunacak herhangi bir hakka sahip değildir; zira, böyle yaparak o, gerçek bir bilim adamının sahip olduğu tutumdan ayrılan bir duruş üstlenmektedir; çünkü, bu savunma tutumların her biri, tam da felsefenin özüne girmektedir.
132:1.3 İnsanlığın ahlaki kavrayışı ve ruhsal erişimi orantısal olarak çoğalmadıkça, tamamiyle maddiyatçı olan bir kültürün sınırsız ilerleyişi, medeniyet için nihai olarak bir tehdit haline gelebilir. Tamamiyle maddiyatçı olan bir bilim bünyesinde, her türlü bilimsel arayışın beraberinde getirebileceği yıkımın potansiyel bir tohumunu bünyesinde barındırmaktadır; zira, tam da bu tutum, ahlaki değerlere olan bakışını bir kenara itmiş ve erişimin ruhsal hedefinden vazgeçmiş olan bir medeniyetin nihai çöküşünün kötüye olan işaretini meydana getirmektedir.
132:1.4 Maddiyatçı bilim adamı ve olası en yüksek düzeyde bulunan fikirselci, her zaman görüş ayrılığında bulunma nihai sonuna sahiptir. Bu; yüksek ahlaki değerlerin ve ruhsal aidiyetlik aşamalarının ortak bir ölçütüne sahip olan bilim adamları ve fikirselciler için gerçeklik taşımamaktadır. Her çağ içinde, bilim adamları ve din üzerinde yoğun bir biçimde faaliyet gösteren bireyler, insan ihtiyacı ölçüsünde sınav vermekte olduklarının farkına varmak zorundadırlar. Onlar, insan ilerleyişinin hizmetine olan gelişmiş bağlılık vasıtasıyla devam eden kurtuluşlarını kararlı bir biçimde haklı gösteremeye çabalarken, aralarında bulunan her türlü çatışmadan kaçınmak zorundadırlar. Eğer, herhangi bir çağa ait tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle bilim veya din yanlış ise, o zaman bu disiplin ya etkinliklerini temizlemek zorunda veya daha doğru ve daha değerli düzeyde bulunan bir maddi bilimin veya ruhsal dinin ortaya çıkışına sebebiyet veren bir biçimde ortadan kalkmalıdır.
132:2.1 Mardus; Roma Kinikleri’nin kabul edilmiş bir önderi olup, Şamlı kâtibin çok iyi bir arkadaşı haline gelmişti. Gün be gün İsa ile konuşmalarda bulunup, her gece onun ulvi öğretisini dinlemekteydi. Mardus ile gerçekleştirdiği daha önemli söyleşileri arasında, bir tanesi, bu içten Kinik’in iyilik ve kötülük hakkında sormuş olduğu soruya cevap vermek için gerçekleştirilmişti. Özü itibariyle, ve yirminci yüzyılın kavramları içindeki haliyle, İsa şunu söylemişti:
132:2.2 Benim kardeşim, iyilik ve kötülük yalnızca, gözlenebilen kâinata dair insan kavrayışının göreceli düzeylerini simgeleyen kelimelerdir. Eğer sizler etik kurallar bakımından üşengeç ve toplumsal olarak vurdumduymaz olursanız, sahip olduğunuz iyilik ortak ölçütünü mevcut toplumsal kabuller olarak görürsünüz. Eğer sizler ruhsal olarak tembel ve ahlaki olarak gelişimsel olmazsanız, iyilik ortak ölçütlerinizi çağdaşlarınıza ait dini adet ve gelenekler olarak görürsünüz. Ancak, zamanda kurtuluşa eren ve ebediyette ortaya çıkan ruh; insanın kalbi içinde ikamet etmek için cennetteki Yaratıcı tarafından gönderilmiş olan kutsal ruhaniyet tarafından oluşturulmuş ruhsal ölçütlere ait gerçek değerler tarafından belirlenen bir biçimde, iyilik ve kötülük arasında yaşayan ve kişisel bir tercihte bulunmak zorundadır. Bu ikamet eden ruhaniyet, kişilik kurtuluşunun ortak ölçüsüdür.
132:2.3 İyi olma, gerçeklik gibi, her zaman göreceli ve her seferinde kötülük karşısında görülerek değerlendirilen bir nitelikte bulunmaktadır. İnsanların evrimleşen ruhlarını, ebedi kurtuluş için hayati derecede önemli olan bu kişisel tercih kararlarına varmaya yetkin hale getiren, iyi olmanın ve gerçekliğin bu niteliklerin algılanışıdır.
132:2.4 Mantıksal bir biçimde bilimsel emri, toplumsal âdeti ve dini dogmayı takip eden ruhsal olarak gözleri görmez birey, ahlaki özgürlüğünü feda etmenin ve ruhsal bağımsızlığını kaybetmenin çok büyük tehlikesi içindedir. Bu türden bir ruh; ussal bir papağan, toplumsal bir kukla ve dini yönetim gücünün bir kölesi haline gelmenin nihai sonuna sahiptir.
132:2.5 İyi olma her zaman; ikamet eden Düzenleyici’nin keşfi, ve onunla gerçekleştirilen özdeşleşme olarak — ahlaki nitelikteki bireyin kendisini gerçekleştirişinin ve ruhsal kişilik erişiminin içerdiği artan bağımsızlığın yeni düzeylerine doğru büyümektedir. Bir deneyim; güzellik takdirini arttırdığında, ahlaki iradeyi çoğalttığında, gerçekliğin algılanışını geliştirdiğinde, bir kişinin sahip olduğu akranları derinden sevme ve onlara hizmet etme yetisini büyüttüğünde, ruhsal idealleri daha yüksek bir yere getirdiğinde ve ikamet eden Düzenleyici’nin ebedi tasarıları ile zamanın en yüce insan amaçlarını birleştirdiğinde, iyidir. Tüm bu niteliklerin hepsi doğrudan bir biçimde, Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için artmış bir arzuyla sonuçlanmakta, böylelikle Tanrı’yı bulmanın ve daha da fazla onun gibi olmanın kutsal tutkusunu teşvik etmektedir.
132:2.6 Yaratılmış gelişiminin kâinat ölçeğinde çıktıkça, sizler; iyi-olma-deneyimi ve gerçeklik-algılayışı için sahip olduğunuz yetkinlik ile kusursuz uyum ilişkisi içerisinde, artış gösteren iyiliği ve azalış gösteren kötülüğü bulacaksınız. Hatada bulunma veya kötülüğü deneyimleme yetkinliği, yükseliş halindeki insan ruhu nihai ruhaniyet seviyelerini elde edene kadar bütünüyle kaybolmayacaktır.
132:2.7 İyilik; yaşayan, göreceli, her zaman ilerleyen, her durumda bir kişisel deneyim olup, sonsuza kadar, gerçeklik ve güzelliğin algılanışı ile ortak bir biçimde ilişkilidir. İyi olma; insan deneyimi içerisinde — potansiyel kötülüğün gölgeleri olarak — olumsuz eşi ile karşılaştırılmak durumunda bulunan, ruhsal düzeye ait olumlu gerçeklik-değerlerinin tanınmasında kendi yerine sahiptir.
132:2.8 Sizler Cennet aşamalarına erişene kadar, iyi olma her zaman; erişimin bir deneyimden çok bir hedef halinde, bir iyelik yerine daha çok bir arayış niteliğinde bulunacaktır. Ancak, doğruluk için açlık ve susuzluk çekerken bile, sizler, iyi olmanın kısmi erişiminde artış gösteren bir tatmini deneyimleyeceksiniz. Dünyadaki iyi olmanın ve kötülüğün mevcudiyeti, kendi içinde; bu değerleri bu şekilde tanıyan ve aynı zamanda onlar arasında tercihte bulunmaya yetkin olan kişilik olarak, insanın ahlaki iradesinin mevcudiyeti ve gerçekliğinin olumlu kanıtıdır.
132:2.9 Cennet’e olan erişim zamanında, yükseliş halindeki faninin benliğini gerçek ruhani değerler ile özdeşleştirme yetisi, yaşam ışığının elde edilişindeki kusursuzluğa ulaşma ile sonuçlanacak kadar fazlasıyla artar[3]. Bu türden kusursuzlaştırılmış ruhaniyet kişiliği, iyi olmanın, güzelliğin ve gerçekliğin olumlu ve en yüce nitelikleri ile o kadar bütüncül, kutsal ve ruhsal olarak bütünleşir ki, bu türden doğru bir ruhaniyet; sınırsız Cennet Yöneticileri’nin sahip olduğu kutsal ışığın aydınlığına çıktıklarında, potansiyel kötülüğün hiçbir olumsuz gölgesini barındırmazlar. Tüm bu ruhaniyet kişiliklerinde, iyi olma artık, kısmi, karşıtsal ve karşılaştırmalı nitelikte bulunmamaktadır; o, kutsal bir biçimde bütüncül ve ruhsal bir biçimde tamamlanmış hale gelmiştir; o, En Yüce Olan’ın saflığına ve kusursuzluğuna yaklaşmaktadır.
132:2.10 Kötülüğün olasılığı, ahlaki tercih için gereklidir, ancak onun mevcut varlığı için değil. Bir gölge, yalnızca göreceli olarak gerçektir. Mevcut kötülük, bir kişisel deneyim için gerekli değildir. Potansiyel kötülük, ruhsal gelişimin daha alt düzeyleri üzerinde fani ilerleyişin âlemleri içinde bir karar uyarımı olarak eşit düzeyde yerinde faaliyet göstermektedir. Kötülük; yalnızca, ahlaki bir akıl kötülüğü tercihi haline getirdiğinde, kişisel deneyimin bir gerçekliği haline gelir.
132:3.1 Nabon bir Yunan Musevisi olup, Mitraik ismindeki Roma’da baş gizem inanışının en başta gelen bireyiydi. Mitraizm’in bu yüksek din-adamı Şam kâtibi ile birçok görüşmede bulunmuşsa da, o en kalıcı bir biçimde, bir akşam gerçeklik ve inanç üzerine gerçekleştirmiş oldukları söyleşi tarafından etkilenmişti. Nabon; İsa’yı kendi dinlerini kabul etmiş bir inanan haline getirmeyi düşünmüş olup, ona hatta, bir Mitraik öğretmen olarak Filistin’e geri dönüşünü teklif etmişti. O İsa’nın kendisini, dini inanışlarını krallığın müjdesine ilk değiştirenlerden bir haline getirmek için hazırlamakta olduğunu çok az aklından geçirmişti. Çağdaş kavramlarda tekrar ifade edildiği haliyle, İsa’nın öğretisinin özü şuydu:
132:3.2 Gerçeklik kelimeler ile tanımlanamaz, ancak yaşayarak yapılabilir. Gerçeklik her zaman, bilgiden fazladır. Bilgi, gözlemlenen şeyler ile ilgilidir; ancak, gerçeklik, bilgelik ile bağ kurması ve insan deneyimi olarak, hatta ruhsal ve yaşayan gerçekler niteliğinde bile bulunarak, bu tür ölçülemezleri içine alması bakımından bu türden tamamiyle maddi olan düzeylerin ötesine geçmektedir. Bilgi, bilimden kaynağını almaktadır; bilgelik, gerçek felsefeden; gerçeklik, ruhsal yaşamın dini deneyiminden. Bilgi, gerçekler ile ilgilenmektedir; bilgelik, ilişkiler ile; gerçeklik, mevcudiyet değerleri ile.
132:3.3 İnsan, bilimi değişmez kalıplara oturtmaya, felsefeyi denklemselleştirmeye ve gerçekliği dogmasal hale getirmeye eğilim göstermektedir; çünkü, insan, yaşamın ilerleyici nitelikteki mücadelelerine uyum sağlamada zihinsel olarak üşengeç olup, aynı zamanda, bilinmez karşısında alabildiğine korku duymaktadır. Doğal halinde insan, düşünce alışkanlıklarında ve yaşamı idame yöntemlerinde değişikliklerde bulunmada yavaştır.
132:3.4 Kişisel olarak keşfedilmiş gerçeklik olarak, açığa çıkarılmış gerçeklik, insan ruhunun duyduğu en yüce keyiftir; o, maddi aklın ve ikamet eden ruhaniyetin ortak yaratımıdır. Bu gerçekliği-algılayan ve güzelliği-derinden-seven ruhun ebedi kurtuluşu; bu faniyi, Tanrı’yı bulmaktan ve onun gibi olmaktan oluşan Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için birleşmiş tek bir amacı geliştirmeye yönlendiren, iyilik için bu açlık ve susuzluk tarafından teminat altına alınır. Orada hiçbir zaman, gerçek bilgi ve gerçeklik arasında çatışma bulunmamaktadır. Orada; ön yargı tarafından etkilenmiş, korku tarafından bozulmaya uğramış ve maddi keşfin veya ruhsal ilerleyişin yeni gerçekleri ile karşılaşmanın büyük endişesi altındaki inanışlar olarak, bilgi ve insan inanışları arasında çatışma bulunabilir.
132:3.5 Ancak, gerçeklik hiçbir zaman, inanç beslenmeden insanın iyeliği haline gelemez. Bu gerçektir, çünkü insanın düşünceleri, bilgeliği, etik değerleri ve idealleri, en yüksek nitelikteki umudu olarak, onun inancından daha yüksek bir konuma gelemez. Ve, tüm bu tür gerçek inanç; derin düşünce, içten öz eleştiri ve tavizde bulunmayan ahlaki bilince dayanmaktadır. İnanç, ruhanileşmiş yaratıcı hayal gücünün ilham kaynağıdır.
132:3.6 İnanç; insanın aklı içinde yaşayan ve ebedi kurtuluşun potansiyeli olan ölümsüz yaşam özü olarak, kutsal kıvılcımın insan-ötesi etkinliklerini serbest bırakmak için faaliyet göstermektedir. Bitkiler ve hayvanlar zamanın içinde varlıklarını, bir nesilden diğerine kendilerine ait özdeş birimleri aktarma yöntemi ile muhafaza ederler. Bir kişinin insan ruhu (kişiliği); ölümsüz olan, ve ilerleyici evren mevcudiyetinin devam eden ve daha yüksek bir aşamasına insan kişiliğinin devamlılığını sağlamak için faaliyet göstermekte olan, kutsallığın bu ikamet eden kıvılcımı ile benlik ilişkilemi vasıtasıyla fani ölümden kurtulur. İnsan ruhunun gizlenmiş tohumu, ölümsüz bir ruhaniyettir. Ruhun ikinci doğumu; bu kutsal oluşum ancak, Kâinatın Yaratıcısı, Tanrı, tüm mevcudiyetin kişisel kaynağı olarak, varoluşunun kaynağına eriştiğinde sonlanan bir biçimde, ruhsal ve ilerleyici mevcudiyetlere ait kişilik dışavurumunun bir ilerleyici dizisinin ilkidir.
132:3.7 İnsan yaşamı — kurtuluşa erişen bir biçimde — devam etmektedir çünkü, Tanrı’yı bulma görevi olarak bir kâinat işlevine sahiptir. İnsanın inanç tarafından etkin hale gelmiş ruhu, nihai sonun bu hedefine erişmeden duramaz; ve, bu kutsal hedefe bir kez eriştiğinde ise, hiçbir zaman sonlanamaz çünkü o — ebedi olarak — Tanrı gibi olmuştur.
132:3.8 Ruhsal evrim; kötülüğün olasılığının eşit ve ilerleyen bir biçimde azalışıyla beraber gerçekleşen, iyi olmanın artan ve gönüllü tercihinin bir deneyimidir. İyi olma için nihai tercihe ve gerçeklik takdiri için tamamlanmış yetkinliğe erişimle birlikte; sahip olduğu doğruluğun ebedi bir biçimde, potansiyel kötülüğün kavramsallaşmasının bile ortaya çıkma olasılığını engellediği, güzellik ve kutsallığın bir kusursuzluğu mevcut hale gelir. Bu türden bir Tanrı-bilen ruh; kutsal iyiliğin bu türden yüksek bir ruhaniyet düzeyinde faaliyet gösterdiği zaman, kuşku duyan kötülüğün hiçbir gölgesini barındırmaz.
132:3.9 Cennet ruhaniyetinin insan aklı içindeki mevcudiyeti; Kâinatın Yaratıcısı’nın bu ölümsüz ve ikamet eden ruhaniyet nüvesi ile özdeşlemeyi başarmayı amaçlayan her ruh için, kutsal ilerleyişe ait bir ebedi mevcudiyetin açığa çıkarılış sözünü ve inanç vaadini oluşturmaktadır.
132:3.10 Kâinat ilerleyişi artan kişilik özgürlüğü ile nitelenmektedir; çünkü o, bireyin kendi kendine farkına varışın gittikçe artan seviyelerine olan ilerleyici erişimle ve bunun sonucunda bireyin kendisini gönüllü olarak sınırlayışı ile ilişkilidir. Ruhsal nitelikteki bireyin kendi kendisini sınırlayışında olan kusursuzluk erişimi, kâinat özgürlüğüne ve kişilik bağımsızlığına denk düşmektedir. İnanç, bu türden uçsuz bucaksız bir kâinatta öncül yönleniminin içerdiği kafa karışıklığın ortasında insanın ruhunu desteklemekte ve onu idare etmektedir; bunun karşısında, dua ise, ikamet eden ve ilişkilem içindeki kutsal mevcudiyetin sahip olduğu ruhaniyet idealleri ile kendisini özdeşleştirmeye çalışan bir ruhun, yaratıcı hayal gücü ile inanç taleplerinin içerdiği çeşitli ilhamların muhteşem bütünleştiricisidir.
132:3.11 Nabon, tıpkı İsa ile yaptığı her konuşmada olduğu gibi, bu sözler karşısında derinden etkilenmişti. Bu gerçeklikler kalbi içinde yanmaya devam etmiş olup, kendisi, İsa’nın müjdesinin daha sonra gelen duyurucularına büyük yardımlarda bulunmuştu.
132:4.1 İsa Roma’da iken boş vaktinin tümünü, yaklaşmakta olan krallıkta gelecek takipçiler haline gelmesi için erkek ve kadınları hazırlamanın bu görevine adamamıştı. O vaktinin büyük bir kısmını, dünyanın bu, en büyük ve en çok uluslu şehrinde yaşamış olan tüm insan ırklarına ve sınıflara dair yakın bir bilgi elde etmede harcamıştı. Bu sayısız insan iletişiminin her birinde İsa çifte bir amaca sahipti: O; beden içinde yaşamakta oldukları hayata karşı tepkilerini öğrenme arzusu duymuş olup, aynı zamanda, yaşamı daha zengin ve daha değerli kılacak bir şeyi söyleme ve yapma hassasiyeti göstermekteydi. Bu haftalar boyunca onun dini öğretilerinin, on iki havarisin öğretmeni ve toplulukların duyurucusu olarak daha sonraki yaşamını nitelemiş olanlardan hiçbir farkı bulunmamaktaydı.
132:4.2 Her zaman onun iletisinin özü şuydu: insanın derin sevgi olan Tanrı’nın bir inanç-evladı oluşunun iyi haberleri ile birlikte, bu aynı cennetsel Yaratıcı’nın derin sevgisi ve onun merhametinin gerçeğiydi. İsa’nın olağan toplumsal ilişki yöntemi, insanları kendisine doğru çekmek ve onlara sorular yönelterek kendileriyle konuşmaya çalışmaktı. Karşılıklı görüşme genellikle, İsa’nın kendilerine sorular sormasıyla başlar ve onların İsa’ya sorular yöneltmesiyle son bulunurdu. O eşit bir biçimde, ya soru sorarak ya da sorulara cevap vererek öğretmede mahirdi. Bir kural olarak, en fazla öğretimde bulunduklarına, en az şeyi söylemişti. Kişisel hizmetinden en fazla yararı elde etmiş olanlar, duygudaş ve anlayışlı bir dinleyiciye ruhlarını boşaltmanın bir olanağı sayesinde fazlasıyla rahatlamış olan haddinden fazla sorumluluk verilmiş, endişe içindeki ve reddedilmiş fanilerdi; ve, İsa, duygudaş ve anlayışlı olup, bunlardan çok daha fazlasıydı. Ve, uyum sağlamada sorun yaşamış bu insanlar İsa’ya sorunlarından bahsettikleri zaman, İsa her seferinde; her ne kadar derhal sakinleştirme ve doğrudan bir biçimde rahatlatma kelimelerini söylemezlik etmemişse de, yaşamakta oldukları gerçek zorlukların düzeltilmesine yönelik işlevsel ve ilk elden yararlı tavsiyelerde bulunmaya yetkin olmuştu. Ve, hiç değişmeksizin İsa, bu sıkıntı içindeki fanilere Tanrı’nın sevgisinden bahsetmiş olup, onlara, çeşitli ve ayrı yöntemler aracılığıyla, kendilerinin cennet içindeki bu sevgi dolu Yaratıcı’nın çocukları olduğu bilgisini aktarmıştı.
132:4.3 Bu şekilde, Roma’daki konukluğu boyunca, İsa kişisel olarak, âlemin beş yüz fanisine kadar varmış kişi ile sevgi dolu ve canlandırıcı iletişimde bulundu. O böylelikle; insanlığın farklı ırklarına dair, Kudüs’de hiçbir zaman elde edemeyeceği ve İskenderiye’de bile ise neredeyse hiçbir şekilde sahip olamayacağı, bir bilgi kazanmıştı. O her zaman bu altı ayı, dünya yaşamının böyle bir sürecinin en zengin ve en bilgilendirici olanı biçiminde görmüştü.
132:4.4 Beklenebileceği gibi, bu türden çok yönlü ve ne yaptığını bilen kararlı bir insan; bir iş ile ilişkili olarak, veya daha sıklıkla, bir eğitim, toplumsal köklü değişiklik veya dini hareket projesi için hizmetini elde etmeyi arzulamış sayısız insan tarafından yaklaşılmadan, dünyanın bu çok kültürlü şehrinde altı ay faaliyet gösteremezdi. Ondan daha fazla kez, bu türden desteklerde bulunulmuştu; ve, o her birini, çok iyi seçilmiş kelimelerle veya yardımcı belli bir hizmet ile ruhsal soylulaştırmanın belirli bir düşüncesini aktarmak için bir imkân olarak görmüştü. İsa, insanların her türlüsü için bir şeyler yapmayı — ufak şeyler bile olsun — çok sevmekteydi.
132:4.5 O, bir Romalı senatör ile siyaset ve devlet adamlığı üzerine konuşmuştu; ve, İsa’nın gerçekleştirdiği bu bir iletişim bu yasa koyucu üzerinde öyle bir etkide bulunmuştu ki, bu senatör yaşamının geri kalan kısmını, her ne kadar başarısız bir biçimde de olsa, insanları destekleyen ve onları besleyen hükümet düşüncesinden hükümeti destekleyen insanların düşüncesine olan yönetim siyasa anlayışı üzerindeki değişikliğini gerçekleştirmek için görev arkadaşlarını ikna etmeye çalışmıştı. İsa bir akşamını, insanın Tanrı’nın bir evladı olduğundan bahseden bir biçimde varlıklı bir köle-sahibi ile geçirmişti; ve, bir sonraki gün Cladius ismindeki bu adam, yüz on yedi kölesine özgürlüklerini vermişti. İsa bir akşam yemeğini, akranlarının bedenlere ek olarak akıllara ve ruhlara sahip olduğunu söyleyen bir biçimde bir Yunanlı doktor ile sohbet ederek geçirmişti; ve, bu, bahse konu yetkin doktoru, akran insanlarına daha kapsamlı bir hizmette bulunmayı denemeye yönlendirmişti. İsa, yaşamın her türlüsünü deneyimlemekte olan her tür insan ile konuşmuştu. Roma’da ziyaret etmediği tek yer, halkın ortaklaşa kullanmakta olduğu hamamlardı. İsa; hamamlara gidişlerinde arkadaşlarına eşlik etmeyi, orada yaygın haldeki kısa süreli ve rastgele gerçekleştirilen cinsel ilişkiler nedeniyle reddetmişti.
132:4.6 Bir Romalı askere, Tiber nehri boyunca yürürlerken, şunları söylemişti: “Elde cesur olmanın yanı sıra kalpte de cesur ol. Adalette bulunmaya cüret et, ve bağışlama gösterecek kadar büyük ol. Üstlerine itaat ettiğin gibi, alt düzeyde bulunan doğanın üst düzeyde bulunan doğana itaat etmesini zorla. Akranlarını derinden sev ve bütün bir kalp ile Tanrı’ya uzan; zira, Tanrı, cennet içindeki Yaratıcın’dır.”
132:4.7 Forumdaki bir konuşmacıya o şunları söylemişti: “Hitabetin keyif verici, mantığın hayranlık uyandırıcı ve sesin güzel ama öğrettiğin şey neredeyse hiçbir şekilde doğru değil. Ruhsal Yaratıcın olarak Tanrı’yı bilmenin ilham veren tatminini bir keyifle deneyimleyecek olursan, o zaman sahip olduğun hitap güçlerini, akranlarını karanlığın esaretinden ve bilgisizliğin köleliğinden kurtarmak için kullanabilirsin.” Bu kişi, Roma’da Petrus’un duyurusunu işitmiş ve onun varisi haline gelmiş Markus’idi[4]. Şimon Petrus’u çarmıha gerdikleri zaman, Roma savcılarına karşı gelmiş ve bu yeni müjdeyi duyurmaya cesurca devam etmiş olan bu kişiydi.
132:4.8 Yanlış yere suçlanmakta olan fakir bir kişiyle karşılaşmış olarak, İsa, onun adına mahkemede görünmek için kendisine özel izin verilmiş biçimde, hâkimin karşısına onunla bir çıkmıştı ve, bu savunma boyunca o şu muhteşem konuşmayı gerçekleştirmişti: “Adalet bir ülkeyi büyük yapmaktadır; ve, bir ülke daha büyük hale geldikçe, en mütevazı vatandaşına bile adaletsizliğin düşmediğinden daha emin olmak isteyecektir. Bir ülkenin mahkemeleri önünde, yalnızca parayı ve etkiyi elinde bulunduranlar adaleti elde edebildiklerinde, o ülkeyi ne de büyük sorunlar beklemektedir! Suçluyu cezalandırmanın yanı sıra suçsuz olanı aklamak bir hâkimin kutsal görevidir. Mahkemelerinin tarafsızlığı, hakkaniyeti ve dürüstlüğü üzerine, bir milletin devamlılığı dayanmaktadır. Her nasıl gerçek din bağışlama üzerine dayanıyorsa, toplumsal yönetim de adalet üzerine kurulmuştur.” Hâkim davayı tekrar açtı, ve kanıtlar irdelendiğinde, o mahkûmu serbest bıraktı. Kişisel hizmetin bu dönemi boyunca İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu etkinliklerin tümü içinde bu, bir kamu önüne çıkışa en yakın yaşanmışlıktı.
132:5.1 Bir Roma vatandaşı ve bir Stoa takipçisi olan, bir zengin adam, Angamon tarafından tanıştırılmış bir biçimde, İsa’nın öğretisine fazlasıyla ilgili hale geldi. Birçok içten söyleşiden sonra bu varlıklı vatandaş İsa’ya, eğer sahip olsaydı servetiyle ne yapacağını sordu; ve, İsa, ona şu yanıtı verdi: “Her nasıl bilgiyi, bilgeliği ve ruhsal hizmeti ussal yaşamın zenginleşmesi, toplumsal yaşamın soylulaşması ve ruhsal yaşamın gelişmesi hizmeti için kullanacak olursam, maddi serveti de maddi yaşamın gelişimi için bahşederdim. Maddi serveti, bir neslin sahip olduğu kaynakların bilge ve etkin bir gözcüsü olarak, bir sonraki ve onu takip eden nesillerin yararı ve soylulaşması için idare ederdim.”
132:5.2 Ancak, zengin adam İsa’nın yanıtıyla tam anlamıyla tatmin olmamıştı. O, cesaretini toplayıp şunu tekrar sormuştu: “Ama, sen, benim durumumda birinin sahip olduğu servet ile ne yapması gerektiğini düşünüyorsun? Ben onu tutmalı mıyım, yoksa dağıtmalı mıyım?” Ve, İsa, Tanrı’ya olan sadakatinin ve insanlara olan görevinin gerçekliği hakkında bu kişinin daha fazlasını öğrenme arzusunda olduğunu hissettiği anda, şu ilave cevabı vermişti: “Benim iyi dostum, senin, bilgeliğin gerçek bir arayıcısı ve gerçekliğin dürüst bir aşığını olduğunu fark etmekteyim; bu nedenle, ben, servetle olan sorumluluklar ile ilgili sahip olduğun sorunların çözümüne dair kendi görüşümü önüne sermeyi isterim. Ben bunu, sen tavsiyemi sorduğun için yapıyorum; ve, sana bu öneriyi verirken, yorumumu başka her zengin insanın servetinden muaf tutuyorum; ben tavsiyemi, yalnızca senin ve senin kişisel yönlendirmen için yapıyorum. Eğer sen, sahip olduğun serveti bir emanet olarak görme arzusu duyacak olursan, sen gerçekten de, biriktirdiğin servetin bilge ve verimli gözcüsü olmayı arzu edecek olursan, o zaman, zenginliklerinin kaynakları ile ilgili şu irdelemelerde bulunmanı tavsiye ederim: Kendine sor, ve dürüst cevabı vermek için elinden gelenin en iyisini yap, nerden geliyor bu servet? Ve, büyük malvarlığının kaynaklarını incelerken bir yardımda bulunması için, maddi servetin şu on farklı kazanılma yönetimini aklında tutmanın önerisinde bulunacak olurum:
132:5.3 “1. Miras alınan servet — ebeveynlerden ve diğer atalardan elde edilmiş zenginlikler.
132:5.4 “2. Keşfedilmiş servet — toprak ananın ekilmemiş kaynaklarından elde edilmiş zenginlikler.
132:5.5 “3. Ticaret serveti — maddi eşyaların değiş tokuşu ve takası içinde adil bir kar olarak kazanılmış zenginlikler.
132:5.6 “4. Haksız servet — bir kişinin, akranlarının adil olmayan kullanılışından veya köleleştirilişinden elde ettiği zenginlikler.
132:5.7 “5. Faiz serveti — yatırılmış bir malvarlığının hakkani ve adil bir biçimde getirisiyle elde edilmiş gelirdir.
132:5.8 “6. Deha serveti — insan aklının yaratıcı ve keşfedici bahşedilmişliklerinin ödüllerinden gelen zenginlikler.
132:5.9 “7. Kaza eseri elde edilmiş servet — bir kişinin sahip olduğu akranın cömertliğinden gelen veya yaşam durumlarından kaynağını alan zenginlikler.
132:5.10 “8. Çalınmış servet — hakkaniyet gözetmemekle, dürüst olmamakla, hırsızlıkla veya dolandırıcılıkla kazanılmış zenginlikler.
132:5.11 “9. Emanet kaynaklar — akranlarınız tarafından, şimdi veya gelecekte olmak üzere, belirli bir kullanım için ellerinize verilmiş olan servet.
132:5.12 “10. Kazanılmış servet — günlük akıl ve beden çabalarınızın hakkani ve adil karşılığı olarak doğrudan bir biçimde kendi kişisel emeğinizden elde edilmiş zenginlikler.
132:5.13 “Ve, işte böyle, benim dostum, eğer sen, geniş malvarlığının doğru ve adil bir gözcüsü olursan, Tanrı huzurunda ve insanlara olan hizmet içerisinde, servetini kabaca bu on büyük parçaya ayırıp, bunun sonrasında, her bir parçayı, adaletin, adil payın, hakkaniyetin, ve gerçek verimliliğin kanunlarını bilge ve dürüst bir biçimde yorumlayan bir biçimde idare etmeye girişeceksin; buna rağmen, zaman zaman sen, muğlâk durumlar içerisinde, fani yaşama ait talihsiz durumların acı çekmekte olan kurbanlarının sıkıntısını bağışlayıcı ve kendinden veren bir biçimde görmede hata yapacak olursan, cennetin Tanrısı seni kınamayacaktır. İçinde bulunduğun maddi durumların hakkaniyeti ve adaleti hakkında kuşkuya düştüğün zaman, kararlarını ihtiyacı olanlar yararına kullan, hak etmemiş zorlulukların talihsizliğinden acı çekmekte olanlar lehine.”
132:5.14 Birkaç saat boyunca bu hususlar hakkında söyleşide bulunduktan sonra ve bu zengin kişinin ilave ve daha detaylı yönerge talebine karşılık olarak, İsa, vermiş olduğu tavsiyeyi açarak, şöyle söylemişti: “Servete dair tutumuna yönelik ilave önerileri sunsam da, verdiğim tavsiyeyi yalnızca kendin ve senin kişisel yönlendirilişin için alman gerektiğin konusunda seni uyarmak isterim. Ben yalnızca kendi adıma ve belli bir şeyi öğrenme arzusunda olan arkadaş olarak sana konuşmaktayım. Ben, diğer zengin insanların sahip oldukları servetleri nasıl değerlendirmesi gerektiği hususunda mutlak bir hâkim haline gelmeyeceğinin sözünü vermeni istiyorum. Sana tavsiyem şudur:
132:5.15 “1. Miras alınmış servetin gözcüsü olarak, onun nerelerden gelmiş olduğunu düşünmelisin. Sen; mevcut neslin yararı için adil bir kesintiyi düştükten sonra, yasal servetin takip eden nesillere olan dürüst bir biçimde aktarımında bir önceki nesli temsil etmede ahlaki sorumluluk altında bulunmaktasın. Ancak, ataların tarafından haksız yere elde edilmiş servet ile ilgili herhangi bir aldatmacayı veya adaletsizliği devam ettirme durumunda değilsin. Miras olarak elde ettiğin kazanç içinde, sonradan aldatmaca veya adaletsizlikle elde edilmiş olduğu anlaşılmış her türlü kısmı adalet, cömertlik ve telafi yargıların uyarınca yeniden dağıtabilirsin. Miras alınmış servetin geriye kalan meşru kısmını, hakkaniyet ölçüsünde kullanabilir ve bir neslin diğeri için olan emaneti olarak güvenli bir biçimde aktarılmak üzere saklayabilirsin. Bilgece doğru olanı seçme ve güçlü yargı, varislerine aktaracağın zenginlikler ile ilgili kararlarına yön vermelidir.
132:5.16 “2. Keşfetmenin bir sonucu olarak serveti memnuniyetle deneyimleyen herkes; bir bireyin dünya üzerinde yalnızca kısa bir dönem yaşayabildiğini ve, bu nedenle, bahse konu keşifleri akranlarının en fazla sayıdaki bireyi ile onlara yardımcı olan şekillerde paylaşmak için yeterli yönergesel tedbirlerde bulunması gerektiğini hatırlamalıdır. Her ne kadar keşifte bulunmuş olan kişi keşif çabaların karşılığı olarak hiçbir ödülden mahrum bırakılmamalıysa da, bu kişi bencil bir biçimde de, doğanın birikmiş hazine kaynaklarının ortaya çıkarılmasından elde edilecek tüm yararlar ve takdisler üzerinde sahiplik iddia edecek cüreti göstermemelidir.
132:5.17 “3. İnsanlar dünya ticaretini paraya dayalı değiş-tokuşla ve takasla gerçekleştirmeyi tercih ettikçe, adil ve meşru bir kazanç onların haklarıdır. Her ticaret insanı, vermiş olduğu hizmetleri için düzenli kazancı hak eder; tüccar için, vakti için kazanmak hakkıdır. Dünyanın düzenli hale getirilmiş ticaret faaliyetleri içinde, para ile gerçekleştirilen alım ve satımın hakkaniyeti ve bir kişinin akranlarına layık gördüğü dürüst davranış, kar servetinin birçok türünü yaratmaktadır; ve, servetin tüm bu kaynakları, adaletin, dürüstlüğün ve hakkaniyetin en yüksek prensipleri ile görülmek zorundadır. Dürüst tüccar, benzer bir etkileşim içinde akran tüccarına mutlulukla layık göreceği aynı karı kendisine almada tereddüt etmemelidir. Her ne kadar bu türden servet iş anlaşmaları büyük bir ölçekte yapıldığı zaman bireysel olarak kazanılmış gelir ile özdeş olmasa da, bu türden dürüstçe elde edilmiş servet, ilerideki dağıtımı için bir söz hakkı olarak ona sahip olana dikkate değer bir hisseyi vermektedir.
132:5.18 “4. Tanrı’yı bilen ve onun kutsal iradesini yerine getirmeyi arzulayan hiçbir fani, servetin baskılarına kulak vermek için eğilmez. Hiçbir soylu insan, beden içindeki kardeşlerini köleleştirerek veya onları adil olmayan bir biçimde kullanarak zenginlikleri biriktirmez ve servet-gücünü toplamaz. Zenginlikler, ezilmiş fani insanın yaşamını güç bela idame ettirişinin alın terinden elde edildiği zaman, ahlaki bir lanet ve ruhsal bir utanç lekesidir. Bu türden servetin tümü, bu şekilde soyulmuşlara veya onların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına geri verilmelidir. Kalıcı bir medeniyet, tutmuş olduğu emekçiyi aldatma eylemi üzerine inşa edilemez.
132:5.19 “5. Faiz, dürüst servetin hakkıdır. İnsanlar borç almaya ve borç vermeye devam ettikçe, adil olan faiz, kredilendirilen anapara meşru servet oldukça, toplanabilir. Faizi hakkınız olarak talep etmeden önce, ilk olarak kredilendirilecek anaparanızı temizleyiniz. Tefecilik uygulamasına eğilecek kadar küçülen ve para için gözünü en küçük şeye bile diker hale gelmeyin. Zor günler geçirmekte olan akranlarınız üzerinden adil olmayan kazancı elde etmek için para-gücünü kullanacak kadar bencil hale gelmenize hiçbir zaman izin vermeyiniz. Mali sıkıntı içinde bulunan kardeşinizden aşırı derecede yüksek faiz olmanın çekiciliğine kapılmayınız.
132:5.20 “6. Sahip olduğun zenginliklerinin icat edici bahşedilmişliğin karşılıklarından elde edildiği haliyle, eğer servete tesadüfî bir biçimde dehanın bir dizi dışavurumu tarafından sahip olduysan, bu türden karşılıkların hakkani olmayan bir kısmı üzerinde sahiplikte bulunma. Dahi olan kişi, hem atalarına ve hem de kendi soyundan geleceklere bir şey borçludur; benzer bir biçimde o, ırka, millete ve icatçı keşiflerinin koşullarına karşı sorumlu bulunmaktadır; o aynı zamanda, insan olarak insanlar arasında emek verip, icatlarını açığa çıkardığını hatırlamalıdır. Deha’yı, sahip olduğu servetin düzenli olarak artışından mahrum bırakmak eşit düzeyde adaletsizlik olacaktır. Ve, insanlar için her zaman, servetin hakkani bir biçimde dağıtımının tüm bu sorunlarına eşit bir biçimde uygulanabilecek kurallar ve yönergeler oluşturmak imkânsız nitelikte bulunacaktır. Sizler ilk olarak, insanı kardeşiniz olarak tanımak zorundasınız; ve, şayet siz, dürüst bir biçimde ona, kendinize davranılmasını istediğiniz cömertlikte davranmayı arzu ederseniz, sizlere, ekonomik karşılıkların ve toplumsal adaletin her tekrar eden sorununun adil ve tarafsız çözümünde, adaletin, dürüstlüğün ve hakkaniyetin ortak gereklilikleri rehberlik edecektir.
132:5.21 “7. İdaresinde kazanılan adil ve meşru ücretler dışında, hiçbir kişi; zaman ve şansın kendi eline düşmesine neden olduğu servetin üzerinde kişisel hak iddia etmemelidir. Kaza eseri elde edilen zenginlikler, bir ölçüde; bir kişinin toplumsal veya ekonomik topluluğunun yararına genişletilecek nitelikte, bir emanetin ışığında görülmelidir. Bu türden serveti ellerinde bulunduranlara, bahse konu kazanılmamış nitelikteki kaynakların bilge ve etkin dağıtımına kadar vermede daha büyük söz hakkı verilmelidir. Medeni insan her zaman, kişisel ve özel iyeliğinde bulundurduğu şeylerin hepsine iyi gözle bakmayacaktır.
132:5.22 “8. Eğer mal varlığınızın herhangi bir kısmı bilinçli bir biçimde aldatmacadan elde edilmişse; eğer servetinizin en küçük bir kısmına bile, dürüst olmayan uygulamalarla veya adil olmayan yöntemlerle sahip olunmuşsa; eğer sahip olduğunuz zenginlikleriniz, akranlarınızla olan adil iş ilişkileriniz sonucunda gerçekleşmemiş ise, bir an önce, haksız yere sahip olduğunuz kazançların hepsini hakkı olan sahiplere geri vermeye davranınız. Bütüncül telafide bulunup, böylece, dürüst olmayan tüm zenginliklerden mal varlığınızı temizleyiniz.
132:5.23 “9. Bir kişinin sahip olduğu serveti, başkalarının yararına emanet olarak tutması ulvi ve kutsal bir sorumluluktur. Bu türden bir emaneti tehlike altına atmayın veya şansa bırakmayın. Yalnızca, dürüst insanların tümünün bırakabileceği türden bir emaneti kendinize yük edinin.
132:5.24 “10. Kendi zihinsel ve fiziksel emeklerinizin kazançlarını temsil eden mal varlığınızın kısmı, şayet yaptıklarınız adalet ve hakkaniyet içinde gerçekleşmişe — gerçekten de sizindir. Hiçbir kişi; bu hakkı kullanmanızın akranlarınıza zarar getirmeyeceği müddetçe, bu serveti elinizde bulundurma ve gerekli gördüğünüz biçimde kullanma hakkını reddedemez.”
132:5.25 İsa ona olan tavsiyesini tamamladığında, bu varlıklı Romalı oturduğu koltuktan kalktı ve gece için elvedada bulunurken şu sözü omuzlarından atmış oldu: “Benim iyi dostum, senin büyük bilgelikte ve iyilikte bir insan olduğunu görebiliyorum, ve yarından itibaren, tavsiyen doğrultusunda tüm servetimi idare etmeye başlıyorum.”
132:6.1 Burada, Roma’da aynı zamanda, bir evrenin Yaratanı’nın kaybolmuş bir çocuğu endişe içinde bekleyen annesine geri ulaştırmayla birkaç saatini harcamış olduğu duygusal bir olay da gerçekleşmişti. Bu küçük çocuk evinden uzaklaşarak etrafı gezintiye çıkmıştı, ve İsa onu sıkıntılı bir biçimde ağlar halde buldu. O ve Ganid kütüphaneye olan yolları üzerindelerdi, ama onlar kendilerini çocuğu eve geri ulaştırmaya adadılar. Ganid hiçbir zaman İsa’nın şu yorumunu unutmamıştı: Bilir misin, Ganid, insan varlıkların çoğu kaybolmuş çocuklar gibidir. Onlar; her nasıl bu çocuk yalnızca küçük bir mesafe kadar evinden uzakta bulunduysa, tam da gerçekte, güvenlikten ve güvenceden yalnızca kısa bir mesafe uzakta bulunurken, vakitlerinin büyük bir kısmını korku içinde ağlayarak ve keder içinde sıkıntı çekerek geçirmektedirler. Ve, gerçekliğin yolunu bilenlerin ve Tanrı’yı bilmenin güvencesini memnuniyetle deneyimleyenlerin hepsi, yaşamın tatminlerini bulma çabalarında akranlarına rehberlik etmeyi ayrıcalık olarak takdir etmeli, bir görev olarak değil. Çocuğu annesine geri kavuşturmanın bu hizmetinden olabilecek en yüksek derecede memnuniyet duymadık mı? Benzer bir biçimde, Tanrı’ya insanları götürenler, insan hizmetinin en yüce tatmini deneyimlerler.” Ve, bu günden itibaren, doğa yaşamının sonuna kadar, Ganid sürekli bir biçimde, evlerine geri götürebileceği kayıp çocukları aramıştı.
132:6.2 Orada, eşi kaza eseri öldürülmüş olan beş çocuklu dul bir anne bulunmaktaydı. İsa Ganid’e, babasını bir kaza sonucu yitirişinden bahsetti; ve, onlar tekrar tekrar bu anne ve çocuklarına onları teselli etmek için uğramışken, Ganid babasından, yiyecek ve kıyafet sağlamak için para istemişti. Onlar; ailenin bakımına yardım edebilmesi amacıyla en büyük çocuk için çalışacağı bir işi buluncaya kadar kadar, emeklerine son vermediler.
132:6.3 Bu gece, Gonod, bu deneyimlerin anlatısını dinlediğinde, İsa’ya iyi-niyetli bir biçimde şunları söylemişti: “Ben, evladımın bir âlim veya bir iş adamı olmasını istiyorum, ve sen ise şimdi onu, bir filozof veya bir hayırsever hale getirmeye başlıyorsun.” Ve, İsa gülerek şu cevabı verdi: Galiba biz, ondan bu dördünü de yapacağız; bunun sonucu olarak kendisi, insan melodisini ayırt etmek için kulağı bir yerine dört tonu fark etmeye yetkin hale geleceği için, yaşamda dört katmanlı bir tatmini memnuniyetle deneyimlecek.” Bunun üzerine Gonod şunu söyledi: “Senin gerçekten de bir filozof olduğunu görmekteyim. Sen, gelecek nesiller için bir kitap yazmalısın.” Ve, İsa, cevap olarak “Bir kitap değil — benim görevin bu nesil içinde ve tüm nesiller için bir yaşamı yaşamaktır. Ben —” dedi, fakat Ganid’e “Benim evladım, yatma vakti geldi” diyerek konuşmasını yarıda bıraktı.
132:7.1 İsa, Gonod ve Ganid Roma’dan dışarı doğru, çevre bölgelerde ilgilerini çeken beş ziyarette bulunmuşlardı. Kuzey İtalyan göllerine olan gezide, İsa Ganid ile, eğer bir kişi Tanrı’yı bilme arzusu duymuyorsa ona Tanrı hakkında bir şeyleri öğretmenin imkânsızlığıyla ilgili uzun bir konuşmada bulunmuştu. Onlar, göllere olan seyahatlerinde şans eseri, derin düşünceden yoksun bir pagan ile karşılaşmışlardı ve, Ganid, İsa’nın, doğal bir biçimde ruhsal soruların söyleşisine götürecek olan bir konuşmaya dâhil etmeden oluşan olağan alışkanlığını bu kişi ile göstermeyişine şaşırmıştı. Ganid öğretmenine neden pagana bu kadar az ilgi gösterdiğini sorduğunda, İsa şöyle cevap vermişti:
132:7.2 “Ganid, bu kişi gerçeklik için aç değildi. O, kendisi ile tatmin olmayan bir halde değildi. O, yardım istemek için hazır değildi; ve, aklının gözleri, ruh için ışığı almaya açık değildi. Bu kişi, kurtuluşun hasadı için henüz olgun değildi; kendisine, bilgeliği ve daha yüksek öğrenimi alması için kendisini hazırlamak amacıyla yaşamın sınayışları ve zorluluklarıyla geçecek daha fazla zaman verilmelidir. Veya, bizimle birlikte yaşamasını sağlasaydık, yaşamlarımız ile, cennet içindeki Yaratıcı’yı kendisine gösterebilirdik; ve, böylelikle o, Tanrı’nın evlatları olarak yaşamlarımızı o kadar çekici bulurdu ki, bizlerin Yaratıcısı hakkında bir şeyler öğrenmek zorunda kalırdı. Siz, kendisinin arayışında bulunmayanlara Tanrı’yı açığa çıkaramazsınız; gönülsüz ruhları, kurtuluşun neşelerine yönlendiremezsiniz. İnsan, yaşamaya ait olan deneyimlerin bir sonucu olarak gerçeklik için aç halde bulunmalıdır; veya, o, bir insan varlığının bu türden akran bir faniyi cennet içindeki Yaratıcı’ya götürmede aracı olarak hareket edişinden önce, kutsal Yaratıcı ile tanışmış olanların yaşamlarıyla iletişimin sonucu olarak Tanrı’yı bilme arzusu duymalıdır. Eğer bizler Tanrı’yı biliyorsak, yeryüzü içindeki gerçek işimiz, Yaratıcı’nın yaşamlarımız içinde kendisini açığa çıkarmasına izin verecek şekilde yaşamak olmalıdır; ve, böylece, Tanrı’yı-arayan tüm kişiler Yaratıcı’yı görüp, bizlerden, yaşamlarımızda bu şekilde dışavurumuna sahip olan Tanrı hakkında daha fazla şeyi öğrenmede yardımımızı isteyeceklerdir.”
132:7.3 İsviçre’ye, dağlara olan ziyaretleri üzerinde İsa, hem baba hem de oğlu ile Budizm hakkında tüm gün süren bir konuşmada bulundu. Birçok kez Ganid İsa’ya, Buda hakkında doğrudan sorularda bulunmuştu; ancak, o İsa’dan her seferinde, az çok geçiştirmeci nitelikte cevaplar almıştı. Bu aşamada, oğlunun mevcudiyetinde, baba İsa’ya, doğrudan bir soru yöneltti; ve, o, doğrudan bir yanıt aldı. Şöyle söyledi Gonod: “Ben, Buda hakkında ne düşündüğünü öğrenmeyi gerçekten çok istiyorum.” Ve, İsa, şu cevabı verdi:
132:7.4 “Sizlerin sahip olduğunuz Buda, Budizm dininizden çok daha iyidir. Buda, büyük bir insan, hatta insanları için bir tanrı elçisi idi; ancak, o, öksüz bir tanrı elçisi idi; bununla aslında şunu söylemek istiyorum ki, o öncül bir biçimde, cennet içindeki Baba olarak ruhsal Babası’nı gözden yitirdi. Onun deneyimi acıklı idi. O, Tanrı’nın bir ileticisi olarak yaşamaya ve öğretiminde bulunmaya çalıştı ancak bunu Tanrı olmadan gerçekleştirdi. Buda kendi kurtuluş gemisini, güvenli limana kadar, ta fani kurtuluşun cennetine olan girişe kadar yönlendirdi; ve, orada, hatalı gemi yol haritaları nedeniyle, iyi olan gemisi karaya oturdu. Ve, tam da burada, insanlarınızın çoğu bunca yıl boyunca kalmaya devam etmektedir. Onlar dingin güvenli sulardan, ses verseler oradan duyacakları kadar uzakta yaşamaktadırlar; ancak, onlar buraya, limanın hemen dışında karaya oturma talihsizliğini yaşamış olan iyi Buda’nın soylu gemisi nedeniyle girmeyi reddetmektedirler. Ve, Budist insan toplulukları bu limana, tanrı elçilerinin felsefi zanaatını terk etmeden ve onun soylu ruhaniyetini elde etmeden, hiçbir şekilde giremeyeceklerdir. İnsanlarınız Buda’nın ruhaniyetine sadık kalmış olsalardı, sizler çok öncesinden; ruhaniyet huzurundan, ruh istirahatından ve kurtuluşun güvencesinden olan cennetinize girmiş olurdunuz.
132:7.5 “Görüyor musun, Gonod, Buda Tanrı’yı ruhaniyet içinde bilmekteydi, ama bariz bir biçimde, onu aklı içinde keşfetmede başarısız olmuştu; Museviler Tanrı’yı akıl içinde keşfetmişlerdi, ama büyük ölçüde, onu ruhani olarak bilmekte başarısız oldular. Bugün, Budistler Tanrı olmadan bir felsefeye sahip olmanın sorunlarıyla boğuşurken, benim insanlarım acınacak bir biçimde, yaşam ve özgürlüğün kurtarıcı bir felsefesine sahip olmadan bir Tanrı korkusu altında köleleşmiş halde bulunmaktalar. Sizler, bir Tanrı’nın olmadığı bir felsefeye sahipsiniz; Museviler bir Tanrı’ya sahiptirler, ama büyük ölçüde, onunla ilişkili bir yaşam felsefesinden yoksun haldedirler. Tanrı’yı bir ruhaniyet ve bir Baba olarak hayal etmede başarısız olarak, Buda; bir dinin, eğer bir ırkı değiştirme ve bir milleti yüceltme amacı taşıyorsa sahip olmak zorunluluğunda bulunduğu bir biçimde, ahlaki enerjiyi ve ruhsal yönlendirme gücünü öğretisi içinde sağlamada başarısız olmuştu.”
132:7.6 Bunun sonrasında Ganid şunu haykırdı: “Öğretmen, haydi sen ve ben, Hindistan için yeteri kadar iyi ve Roma için yeteri kadar büyük, yeni bir dini kuralım; ve, belki de biz onu Museviler ile Yahveh için değiş tokuş edebiliriz.” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Ganid, dinler kurulmaz. İnsanlara ait dinler zamanın çok uzun süreçleri boyunca büyürken, Tanrı’nın açığa çıkarılışları, akranlarına Tanrı’yı açığa çıkaran insanların yaşamlarıyla dünya tarafından fark edilir hale gelir.” Ancak, onlar, bu gelecekten haber veren kelimelerin anlamını kavramamışlardı.
132:7.7 Bu gece, yataklarına çekildiklerinden sonra Ganid uyuyamamıştı. Babası ile uzun bir süre konuşmuş olup, nihai olarak şunları söylemişti: “Biliyor musun, baba, ben zaman zaman, Yeşu’nun bir tanrı elçisi olduğunu düşünüyorum.” Ve, babası yalnızca uykulu bir şekilde şunları söyledi, “Evladım, orada diğerleri de —”
132:7.8 Bu günden itibaren, dünya yaşamının geri kalan kısmı boyunca, Ganid, kendine ait dini evrimleştirmeye devam etti. O çok derin bir biçimde, kendi aklı içerisinde İsa’nın geniş ufkundan, adaletinden ve hoşgörüsünden etkilenmişti. Felsefe ve din söyleşilerinin tümünde bu genç hiç bir zaman, haksızlık duygusundan doğan kızgınlık hislerini ve düşmansı tepkileri deneyimlememişti.
132:7.9 Hintli ufaklığın bir evrenin Yaratıcısı’na yeni bir dini kurmayı önerişinden olan bu tablo, göksel usların dört gözle izlemesi için ne de sahneydi! Ve, her ne kadar bu genç adam bilmiyor olsa da, onlar; kurtuluşun yeni bir yolu, İsa aracılığıyla, ve onun bünyesinde, Tanrı’nın insana olan açığa çıkarılışı olarak — yeni ve sonsuza kadar sürecek bir dini tam da o an içerisinde ve oracıkta kurmaktalardı. Ve, ufaklığın en fazla yapmak istediği şeyi, kendisi fark etmeden gerçekte yapmaktaydı. Ve, bu, her zaman böyle olagelmiştir ve şimdi de böyledir. Ruhsal öğreti ve yönlendirme altındaki aydınlanmış ve irdeleyici insan hayal gücünün içten bir biçimde ve fedakârca yapmayı ve olmayı istediği şey, takip edilemez bir biçimde; Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmenin kutsallığına fani adanışının derecesi uyarınca yaratıcı hale gelir. İnsan Tanrı ile ortak birlikteliğe girdiği zaman, büyük şeyler gerçekleşebilir, ve hâlihazırda gerçekleşmektedir.